Bir ülkeyi keşfettik bayramda..
Müziğin, hem de içinizi ısıtan, kulağınızı tırmalamayan bir müziğin karşınıza her an, her yerde, kafede, restoranda, sokakta, hatta köyde çıkabildiği bir ülke..
2’sinden 70’ine müziği duyan herkesin ortaya atıldığı, ve ağzınız açık kalarak seyredeceğiniz güzellikte danseden, ve bunu büyük bir keyif ve doğallıkla yapanların ülkesi..
Araçların büyük çoğunluğunun 50’lı yıllardan kaldığı, her bir araç sahibinin neredeyse bir motor ve kaporta ustası olduğu, olmak zorunda kaldığı, ve birkaç senede bir çıkan yeni modelleri alabilmek için kimsenin kendini, dünyayı ve doğayı paralamadığı bir ülke..
Eski püskü, sıvasız, döküntü, bir masa bir dolap olduğundan da elbet, insanların eve kapanmadığı, televizyon ya da bilgisayar başında büyümediği, yanlız kalmadığı, birlikte yaşayıp birlikte eğlendiği, birlikte öğrendiği, öğrencilerin sadece sınıflarda değil, meydanlarda, parklarda, müzelerde, çiftliklerde ders yaptığı bir ülke..
Dört duvar, bir avlu, bir sahne ve birkaç sandalyeden oluşan kültür merkezlerinde, irili ufaklı bir sürü çocuğun birlikte tasarlamayı, birlikte çalışmayı, ortaya birlikte birşeyler çıkarmayı, ve her sabah bir and içmeye gerek kalmadan küçüklerini koruyup kollamayı, büyüklerini saymayı öğrendiği bir ülke..
Klimasız kamyondan bozma otobüsleri, vasat dükkanları, parıltılı vitrinlerden yoksun caddeleriyle bizim kriterlerimizle açıkça yoksul diyebileceğimiz, ama ciddi bir kaynağını gençlerine ayırdığı, gözleri parıldayan, özgüveni yüksek, girişken ve bakımlı öğrencilerden anlaşılan, gençlerinin tamamını liseye, dörtte birini üniversiteye gönderen, “gençlik geleceğimizdir” lafının inandırıcı olabildiği bir ülke..

Üniversiteye girebilmek için ön şartın dilini, tarihini ve matematiği çok iyi bilmekten başka birşey olmadığı bir ülke..
Nemli, küf kokulu, eskimiş, kimi camı bile olmayan binalarını görünce hastalıktan kırıldıklarını zannettiğiniz, ama ortalama yaşam ömrünün bizden 10 sene fazla olduğu, zorunlu aşı sayısında daha yeni yakalayabildiğimiz, sağlık kriterlerinde bizim gibi ülkeleri geçtim Kanada gibi ülkelerle karşılaştırılan bir ülke..
Turistlere onbinlerce dolara satılan resimlerinin gelirini ülkesine verip sabit küçük maaşıyla yaşayan ressamların olduğu, ve biraz da bu yüzden halkın sanatçısını daha bir çok sevdiği, daha bir bağrına bastığı bir ülke..
4-5 yılda bir sandığa gidip, çoğu zaman tanımadığa kişilere oy atmaktan ibaret demokrasilerimizle alay edercesine mahallede, fabrikada, okulda (evet okulda) birlikte yaşadığı, tanıdığı kişileri meclise temsilci olarak gönderenlerin, daha ilkokul birinci sınıftan itibaren seçmeyi, seçilmeyi öğrenenlerin, seçim sandıklarını öğrencilerine teslim edebilenlerin ülkesi..

50 yılda, kupkuru bir maden alanını, çevrede yaşayan 1500 köylünün 8 milyon ağaçla bir cennete çevirdiği, ortasına sade birer kütüphane, kafe, tiyatro ve kreş inşa eden, kendi elleriyle yarattıkları cennetlerini kimsenin tatil köyü veya villa kent yapmak için parayla ya da zorla ellerinden almaya çalışmadığı, çocuklarının ve torunlarının da aynı cennette yaşamaya devam edebilecekleri bir ülke..
Spor karşılaşmaları için Küba’ya giden olimpiyat oyuncularına bir su almayı dahi yasaklamaya varan, tüm dünyanın Küba ile ticaret yapmasının engellenmeye çalışıldığı acımasız bir ablukaya elli yıldır direnebilen bir ülke..
Abluka altında gübresiz, ilaçsız, petrolsüz hayatta kalabilmek için üniversitelerin “mecburen” organik tarımın binbir yöntemini keşfettiği, bilimin ve üniversitelerin halkın karnını doyurmaya yarayabildiği bir ülke..
Küçücük nüfusuna ve sınırlı kaynaklarına rağmen, her dört senede bir düzenlenen Pan Amerikan oyunlarında hep ikinci gelmeyi başaran, ve 1991’de, yokluklar içinde kıvrandıkları bir dönemde, kendi başkentlerinde düzenlenen oyunlarda, 140 altın madalya ile birinci olduklarını gururla anlatanların ülkesi..
Son nefesine kadar kendi için yaşamayı öğrenen, değerini, başarısını sahip olduklarıyla ölçe gelen bizim gibilerin alıştığı türden bir ülke değil..
Başka türlü birşey..
Nurdan hanım, çok teşekkürler… Biz de aynı şekilde grup konusunda çok şanslı olduğumuzu düşünüyoruz. Fotoğraflara baktıkça Küba’yı, sizleri, Nahide’yi, Jesus’u özlüyoruz.
Çok güzel… Eline sağlık Onur. Buranın gündeminin ağırlığı saçmalığı iyiden iyiye içimi daraltırken bunu okumak çok duygulandırdı beni.
Çok değerli gençler, Okan, Onur, Pınar öyle güzel ,öyle hazmetmiş,içe sindirmiş ve de karşı tarafa öylesine dolu aktarmışsınızki yaşadıklarınızı gözlerim dolarak bir küba vatandaşı gibi gururlanarak okudum yazdıklarınızı.İyi ki varsınız.Bizler çok ama çok şanslıydık bu gezide sevgili Nahide ve Jesusun varlığı tüm bu duygularımızın katmerlenmesinde nasıl etkiliydi.Son söz kübaya sizlerle gitmiş olmaktan ötürü ayrıca mutluyum.Sevgiyle kalın
yoğun duygulardan adımı yazmayı unutmuşum. Ben Nurdan Pekin Emekli fransızca öğretmeni
Onurcum, harika olmuş yazı. Küba’yı sizlerle gezmek çok güzeldi, okudukça yeniden hatırlıyor ve mutlu oluyorum. Sevgiler.
Diğer turlarla gezen arkadaşlarımızla konuşunca, Küba’yı seninle ve Jesus’la gezmemizin ne kadar büyük bir şans olduğunu fark ettik.. Bu vesileyle tekrar, ve kocaman teşekkürler.
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
nerde gördüklerim, nerde o beklediğim
rengi başka, tadı başka.
Can Yücel’e saygı,sevgi ve dostlukla…
Sevgili Onur
Sözünü ettiğin tüm güzelliklerin sosyalist sistemle gerçekleştiğini unutmayalım.
Prof.Dr.Mürşit Pekin
Kıymetli hocam, hiç unutur muyum?
Onur’cuğum o kadar güzel anlatmışsın ki duygulanmamak elde değil.
Ne yalan söyleyeyim, kendim de yazarken, ve Okan’ın, Pınar’ın yazdıklarını okurken duygulandım.. Küba etkisi olmalı..
Bu güzel ülkeyi bu kadar güzel anlattığın için içten teşekkürler
O ülkenin güzelliği.. 🙂